11 Kasım 2021 Perşembe

Ihlamurlar

—Gidiyor musun sahi? Şu minik kelebeği, yamacı karlı olan dağı, havada uçan kuşu, gürül gürül akan suyu, en mühimi beni hasret mi bırakacaksın okyanus mavisi gözlerine?

—Gitmem lazım, daha fazla duramam bu diyarlarda. Gitmek gerekir bazen herkesten, her şeyden. 

—Bülbülü gülsüz, âşığı sazsız, beni de sensiz koyma. Ben de geleyim seninle, varsın kuru ekmek yiyelim ama saadetimize zeval gelmesin... 

—Olmaz, gelemezsin. Bavulumda bir yürek koyacak kadar yer kalmadı. Uzak diyarlar beni yalnız başıma bekliyor. Senin burda kalman gerek. 

—Döneceksin ama, değil mi? Ne zaman? Beklemek cehennemdir, ama bilirsin beklerim seni.

—Bilirim, ıhlamurlar çiçek açtığı zaman döneceğim. Kendine iyi bak...

Nurdan Pehlivan

12/B 630

Küçürek Hikâye 

4 Kasım 2020 Çarşamba

YANGIN


 14 Aralık günü. Ölen kız kardeşimin ikinci ölüm yıl dönümü için köye geldim. Hava iyice soğumuştu. Mezarlığa gitmek üzere evden çıktım. Orman yolundan geçerken yıkık dökük bir kulübe gördüm. Ön bahçesinde paslanıp körelmiş bir balta ile beş ya da on kadar kırılmayı bekleyen odun parçaları, arka bahçesinde ise kuruyup gitmiş birçok ağaç vardı. Merakıma yenik düştüm ve içeri girdim. İçeride pencerelerin önündeki sedirde yatan otuz ila otuz beş yaşlarında görünen, yüzü sapsarı, okyanuslar kadar mavi gözlerinin feri sönmüş, oldukça bitkin, belli ki yatağa bağımlı bir kadın yatıyordu. Beni görünce ürktüğünü gözlerinden anladım.


- Korkmayın, size zarar vermeyeceğim. Kulübeyi görüp içeri girmek istedim, derken kadın birden fenalaştı. 

Gözleriyle yanındaki bir ayağı kırılmış iskemlenin üzerindeki ilaçları işaret etti. Panik içinde ilaçları alıp ona verdim ve biraz da olsa kendine geldi. Kadının oğlu bağırışlarımı duymuş olacak ki elindeki gazeteye sarılı ekmeği ve bir parça peyniri yere atıp hışımla odaya daldı.

- Anacığımm! Ey misin? diye bağırdı. 

Kadın da gözlerini kırpıştırarak oğluna iyi olduğunu anlatmaya çalıştı.

Elimde olan ilaç kutularına gözüm ilişti.

- İlaçlar bitmiş, dedim.

Kirli, kıvır kıvır sarı saçları olan çocuk beni anca fark etti. İç çekerek:

Daha çok para gazanıvermem gerek ağabey.

- Baban yok mu oğlum?

- İki yıl evvel yangında rahmetli oluverdi bubam.

- Peki annenin neyi var? 

- Bubam ölmeden önce de hastaydı. Galp yetmezliği vardı. Bubam çalışıp anamın tedavi parasını garşılayabiliyordu. Bubam ölünce hem bana bakmak hem de tedavi parasını gazanmak için göy ağasının gonağında temizlikçi olarak işe giriverince durumu daha da götü oluverdi. Camları silerken aşağıya düştü ve bunun sonucunda da felç galıverdi. Ne bacakları tutuveriyor, ne de tek kelime gonuşabiliyor. Bu yüzden çalışamaz duruma gelince sorumluluk da bana galıverdi. Gasabaya gidip dükkân dükkân gezip iş arayıverdim ama güççük olduğum için kimse bana iş vermedi. Beni gören yaşlı bir tornacı bana acıyıp yanıma gelerek çırağı olarak işe alıvereceğini söyledi. Diğer çıraklarından daha az bir maaş garşılığı çalışacağımı öğrenince ben de aynı maaşı almak istediğimi söyleyiverdiysem de razı olmadı. Hiç yoktan iyidir diyip çalışmaya başlayıverdim ama parası anamın tedavisini garşılayıverecek gadar yeterli değil. İlaçlarla idare etmeye çalışıveriyoz.

- Peki hiç akrabanız yok mu?

- Bubam ölünce amcamgiller bizi istemeyiverdiler, anam hastalığından yataklara düşünce de teyzemgiller bizimle uğraşmak istemeyiverdiler... Birbirimizden başka gimsemiz yok.

- Anladım oğlum, adın ne senin?

- Osman, ağabey.

- Kaç yaşındasın?

- Yedi yaşımdayım. 

Karşımda duran çocuğa hayran kalmıştım. Yaşına göre çok olgun ve akıllı bir çocuktu. 

- Mektebe gidiyor musun Osman?

İç çekerek:

- Ahh bubam sağ oluverceğdi da bu sene mektebe başlayıverceğdim. Bubam bana mektep çantasıyla pabuç alıverceğdi, anam da okul önlüğümü dikiverceğdi. Ah ne de çok isteyiverirdim mektebe gitmeyi.

Annesininkiler gibi mavi gözlerinden akan yaşları koluna sildi.

İçim çok acımıştı. Sözüne devam etti:

- Ağabey benim iş yerine gidivermem lazım.  Ustamdan borç para alıp anama ilaç alıvercem. Ben dönene gadar onun yanında kalıverir misin?

- Bende para var, ben alıp gelirim, dedim.

- Senin paranı gabul edemem ağabey, dedi ve hızla iş yerine gitmek üzere odadan çıktı.

Kadınla baş başa kaldım. Bir süre sonra titremeye başladı. Üşüdüğünü düşündüm ve körelmiş baltayla bahçedeki odunları az çok kırıp içi geçmiş sobayı harladım. Uyumaya başlayınca ses yapıp uyandırmamak için dışarı çıktım ve Osman'ı beklemeye başladım. 

Ustasından zar zor para koparabilmiş ve ilacı almış koşa koşa bana doğru geliyordu. İçeri girip annesine ilaçları verecektik. Osman, annesine:

- Güzel anam ilaçlarını alıverdim. Uyan da içirevereyim.

Kadın gözlerini açmıyordu. Osman endişe içinde sürekli annesini dürtüyor, tepki alamıyordu. Annesi can vermişti.

Hayran kaldığım o çocuk şimdi annesinin cansız bedeninin yanında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Biraz olsun sakinleştirmek adına Acı çekiyordu, kurtuldu, artık canı yanmayacak. kelimeleri döküldü dudaklarımdan. Kendini toparlayıp:

- Bubamı çok özleyivermişti, sonunda kavuşuvercek, diyebildi.


Öğle namazına müteakip cenazeyi defnetmek için civar köylerden gelen üç ila beş adam ve imamla mezarlığa gittik. Kadını kocasının yanına gömdük. O an şok oldum. Çünkü Osman'ın babasının hemen yanındaki mezar kardeşime aitti. Tam ben söyleyecekken, Osman konuştu:

-İşte bu mezar da bubamın yanan evden kor alevlerin arasına dalarak kurtarmaya çalışıverdiği, uğruna can veriverdiği kızın mezarı...


NURDAN PEHLİVAN

 11-B / 630

 TOPLUMCU GERÇEKÇİ HİKÂYE


5 Ocak 2020 Pazar

ŞİİR PERFORMANSI



MANİ

Kirpikleri pek ıslak,
Bekler elinde leylak.
Yâri onu beğenmez,
Uğruna olur helak.



KOŞMA

Şimdiki devirde insanlık pek yok.
Hatır gönül saymayan sahte bir dost,
Neyleyim ki, ardımdan çok saplar ok.
Güvenme hiç kimseye sanma dürüst.


Kadına şiddete dur demek gerek,
Bitmeli artık bu zehir zemberek.
Kadınlar birer çiçektir mübarek,
Koklamasını bilenler olur mest.


Menfaati bırak ol su gibi berrak,
Nurdan-ı Derya der olun şen şakrak.
Dedikodu dinleme, etme merak,
Yalan söyleme ol her zaman dürüst.


Duraksız, 11'li hece ölçüsü
Nazım Türü: Taşlama



13 Kasım 2019 Çarşamba

FEDAKÂR TÜRK KADINI




FEDAKÂR TÜRK KADINI


Hatice Ana Kurtuluş Savaşı zamanında kasabadaki küçük kulübesinde yalnız yaşamaktaydı. Hiç evlenmediği için çocuğu da yoktu. Bu yüzden cephedeki askerlerin hepsine evladı gözüyle bakıyordu. Tüm kasaba halkı gibi Hatice Ana da cepheye elinden geldiği kadar yardım göndermeye çalışıyordu.

Bir gün Hatice Ana evde kalan son ekmek parçasını ve biraz peyniri torbasına koyarak cepheye gitti. Evlatlarım dediği askerleri o durumda görünce kendisinin sadece cepheye yiyecek getirmesini gururuna yediremedi. Kendisinin de silah tutmak istediğini, vatanını savunmak istediğini söyledi. Askerleri zor da olsa ikna ederek eline silahını aldı ve harbe katıldı. Sanki 40 yıldır silah tutarmışçasına ustaca atışlar yapıyordu. En sonunda silahında mermi kalmamıştı. Şarjörü değiştirirken düşmanın Yiğit adındaki askerin arkasından dolaşarak onu sırtından vurmak üzere olduğunu gördü. Hiç düşünmeden kendini merminin önüne attı. Ve oracıkta vurulup can verdi. Silah seslerini duyan diğer askerler de hemen düşmanı etkisiz hâle getirdiler. Hatice Ana için yapılacak hiçbir şey kalmamıştı.

 Ertesi gün harp sona ermiş ve Türkler kazanmıştı. Askerler gözyaşları içinde anaları bildikleri Hatice Ana'nın al bayrağa sarılı tabutunu mezarlığa kadar taşıdılar. Dualarla cenaze defnedildi. Sonrasında Hatice Ana'nın şehit düştüğü yere onun elinde silah tuttuğu heykeli dikildi. Ve altına "Fedakâr Türk Kadını" notu düşüldü.

8 Haziran 2019 Cumartesi

KASTAMONU ILICA ŞELALESİ


KASTAMONU ILICA ŞELALESİ


Ilıca Şelalesi


-Pınarbaşı'nda bulunur ve merkeze 12 km uzaklıktadır. Su yaklaşık 10 m yüksekten dökülür ve bu suyun döküldüğü yerde doğal olarak bir havuz oluşmuştur. Şelalenin yıllardır akan suyu ile kayaların aşınması sonucu kayalarda oluşan çukurlukları ve oymaları ayrı güzellik katmaktadır.


Bizim memlekette olduğundan buraya da sık gideriz.
Her gidişimde içime huzur dolar. Suyun sesi kulaklara ayrı bir güzel gelir. Ilıca Şelalesi Kastamonu'da görülmeyi bekliyor. Çıkın çıkın gidin.



SAFRANBOLU KRİSTAL CAM TERAS



SAFRANBOLU KRİSTAL CAM TERAS


İlgili resim



 -İncekaya Kanyonu üzerinde kurulu cam terasın yapımı 1 ay kadar kısa bire süre içerisinde gerçekleşti. 80 metre yüksekte inşa edilen cam teras, 75 ton ağırlığı kaldırabilecek güce sahip.





Aslında başka şehirlerde de var. Annem Karabük'lü olduğu için cam teras olarak sadece buraya gittim. Şeffaf bir zemin üzerinde yürümek biraz korkutucu olsa da bir süre sonra alışılıyor. Burada fotoğraf çekilmek favorim.



KIRMIZI MEKTEP

KIRMIZI MEKTEP


kırmızı mektep ile ilgili görsel sonucu

-Mekteb-i Kebir olarak bilinen İstanbul Özel Fener Rum Lisesi kırmızı tuğlalar ile inşa edildiği için halk arasında Kırmızı Mektep olarak anılmaktadır. 


Buraya geçen yıl gitmiştim. Görünüşü itibariyle çok beğenmiştim. Sancaklar yokuşunda bulunan okul daha yokuşu çıkmadan göze çarpıyor. Yokuşu çıkarken biraz yorulsanız da burası da kesinlikle görülmeye değer.